Tarih İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan Ayrılmak İstemesinin Siyasi ve Sosyal Sebepleri

Dil Seç :
Hızlı Kategoriler
 

GİRİŞ​

Birleşik Krallık’ın dört parçasından birini oluşturan İskoçya, tarihi ve halkıyla birlikte var olduğu günden beri dünya gündeminde yerini almıştır. Tarih boyunca pek çok işgale maruz kalan, Romalılara geçit vermeyen, kurdukları krallığı zaman içerisinde büyütüp geliştiren İskoçlar en çok da, şu an birlikte yaşadıkları İngilizlerle savaşmıştır. İngiltere ile olan bağları 1603’te aynı hükümdarın iki kraliyeti yönetmesiyle farklı bir noktaya evrilmiş, 1707’de de taçların birliği ile sıkı sıkıya bağlanmıştır. 1707’den sonra ise, İrlandalıların aksine, hiçbir silahlı çatışmaya girilmeden başlatılan bir bağımsızlık sürecine giden bir dönem başlamıştır.

1934’te SNP’nin kurulması ile siyasileşen süreç, 1979’da başarısız bir yetki devri referandumu ile yirmi yıllık bir gecikmeye uğramış ancak 1997’de yapılan ikinci referandumla ilk aşama tamamlanmıştır. 1999’da İskoçya Parlamentosu kurulmuş ve yeni sürecin inşası adım adım ilerlemiştir. 2007’de azınlık hükümeti ile 2011’de ise tek başına iktidara gelen SNP, merkezi hükümetle 15 Ekim 2012’de imzalanan Edinburgh Antlaşması ile bağımsızlık referandumu iznini kazanmıştır. 18 Eylül 2014’te yapılan bağımsızlık referandumu İskoç halkının ‘’Hayır’’ cevabına takılarak başarısızlığa uğramıştır.

2014’teki referandumun ardından bağımsızlık tartışmaları rafa kaldırılırken, merkezi hükümetin 2016’da Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılıp ayrılmama durumunu ikinci kez referanduma götürme kararı, İskoçya’da gergin bir bekleyişe sebep olmuştur. 23 Haziran 2016’da yapılan BREXIT ile AB’den ayrılma kararı alan Birleşik Krallık ile İskoçya yönetimi arasında gerginlikler yeniden başlamıştır. Referandumda İskoçya halkının %62 ile AB’den yana tavır alması, İskoçya’nın geleceğini yeniden sorgulamasına neden olmuştur. Tekrardan başlayan bağımsızlık tartışmaları, Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’in Mart 2017’de AB Antlaşması’nın 50. Maddesini[1] yürürlüğe koymasıyla resmiyet kazanmıştır. Aynı tarihlerde İskoçya hükümeti de İskoçya Parlamentosu’ndan bağımsızlık referandumuna izin veren tasarıyı geçirmiştir.

Bu makalede, İskoçya’nın kuruluş aşamasından başlayarak Birleşik Krallık’ın oluşum evresi ve bu çerçevede silahlı bir çatışmaya dönüşmeden başlayan İskoçların yeniden bağımsız olma isteği ile bunun sonucunda kurulan İskoçya Ulusal Partisi, politikaları ve geçirdiği politik dönemeçler incelenmiştir. Ayrıca merkeze İskoçya Ulusal Partisi alınarak İskoç Milliyetçiliği de ele alınmıştır. İskoç milliyetçiliğinin geçirdiği dönüşüm, İskoçya’nın sosyal ve ekonomik yapısı ile demografisi değerlendirilerek irdelenmiştir. İskoçya’nın siyasi yapısı daha çok SNP üzerinden değerlendirilerek İskoçların Birleşik Krallık’tan hangi siyasi, sosyal ve ekonomik gerekçelerle ayrılmak istediği ilgili başlıklarla açıklanmıştır.

Çalışmanın sonuç bölümünde konuya ilişkin genel bir değerlendirme yapılmış, tespitler ortaya konmuş ve bağımsızlığın İskoçya’ya olası etkileri ele alınmıştır.

İskoçya’nın Kısa Tarihi​

Günümüzde Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ya da daha kısa ismiyle Birleşik Krallık’a bağlı bir ülke olan İskoçya’nın yazılı tarihi Antik Yunan dönemine kadar gitmektedir. Ancak İskoçya için asıl önemli olay, Roma İmparatorluğu ile Britanya kralları arasında M.S. 43’te imzalanan ve İmparator Claudius’a bağlılığı ifade eden belgedir. Yapılan bu barış uzun sürmemiş, Roma’dan Britanya’ya atanan valiler, adanın işgal edilmesini sağlamıştır. Romalılar tarafından Kaledonya olarak adlandırılan İskoçya topraklarına Roma’nın ilk birlikleri M.S. 71’de gelmiş ve Keltleri yenmeyi başarmıştır.

İskoçların tarih sahnesine çıkışı ise, İrlanda’dan gelen Scotia kabilesi ile başlamıştır. M.S. 5. Yüzyıla tekabül eden bu dönemde, ilk krallık da Dalriada adıyla kuruldu. 9. Yüzyılın başında ise Piktlerle birlikte Alba Krallığı’nı kurdular. 11. Yüzyılda ele geçirilen Strathclyde ve Lothian ile günümüz İskoçya sınırlarının büyük bir bölümüne ulaştılar.

Krallık Dönemi İskoçya’sı​

II. ve III. Aleksandr döneminde (13. Yüzyıl) zenginleşen İskoçya Krallığı, III. Aleksandr’ın ölümüyle taht sorunuyla boğuşmak zorunda kaldı. İngiltere Kralı I. Edward’ın zoruyla John Balliol tahta çıkmıştır. İskoçya, Kral Edward’ın baskılarına dayanamayarak Fransa ile ittifak yapmış, İngiltere ise bunun üzerine 1296’da ülkeyi işgal etmiştir. İskoçya tarihinin en büyük ulusal kahramanı William Wallece’ın ortaya çıkmasını sağlayan bu gelişmeler, büyük bir bağımsızlık savaşına dönüşmüştür. 1297’de Stirling Savaşı’nı İskoçya kazanmasına karşın, 1298’de yapılan Falkirk Savaşı’nı İngilizler kazandı. Savaş sonunda İskoçya, tekrar İngiltere hâkimiyetine girdi.

1304’te İskoçlar, İngilizlerin egemenliğini kabul ettiklerini bildirdi. William Wallece da 1305’te yakalanarak idam edildi. 1306’da tahta çıkan I. Robert, 1307’de ölen I. Edward’ın ölümünden sonra yeniden İngilizlerle savaştı ve yendi. 1314’te İskoçya’yı birleştirip otoritesini tesis etti. Yüzyıl Savaşları’nda[2] Fransa’yı destekleyen İskoçya, İngilizlerin saldırılarından kurtulamadı ve krallık oldukça güç kaybetti.

16. yüzyılda İngiltere’nin desteğiyle İskoçya’da Kalvenizm[3] yayıldı ve Katolik Monarşi devrildi. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in varis bırakmadan ölmesiyle İskoçya’nın Kralı James Stuart, I. James olarak İngiltere’nin de kralı oldu. 1707’deki tahtların birleşmesine kadar İskoç monarkları İngiltere’yi yönetmeye devam etti.

Birleşik Krallık’ın İlanı​

İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in varis bırakmadan ölmesi üzerine İskoç monarklarının İngiltere tacını da giymesiyle başlayan bu birliktelik, 1707’de sözleşmeye döküldü. Kraliçe Annes tarafından gündeme getirilen birleşmeye iki ülkenin meclisi de olumlu tepki verdi. Birleşme Sözleşmesi ile İskoçya’nın özerkliği feshedilerek Birleşik Krallık resmen kurulmuş oldu. Birleşik Krallık’ın kurulmasından sonra İskoçya ikinci planda kaldı ancak önemini hiçbir zaman yitirmedi.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası İskoçya​

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kıta Avrupası’nın ekonomisi çökme noktasına geldi. Savaştan zaferle ayrılmasına karşın Birleşik Krallık ekonomisi de oldukça kötü durumdaydı. ABD’nin Avrupa’yı kalkındırmak için uygulamaya soktuğu Marshall Planı’ndan aslan payını Birleşik Krallık kaptı. 1948’de başlayan ekonomik yardımlar üç yıl sürdü ve Birleşik Krallık’a 3.297 milyar dolar yardım yapıldı.

Sosyal ve ekonomik yaşamın krize girdiği Birleşik Krallık’ta İkinci Dünya Savaşı’nın kazanılmasında çok büyük bir pay sahibi olan ve savaş döneminde Başbakanlık yapan Sir Winston Churchill, savaş galibi olarak girdiği 26 Temmuz 1945 seçimlerini kaybetti. Britanya halkı ekonominin düzelmesi için İşçi Partisi’ni başa getirmişti. Dünya tarihinde ender görülen büyük bir zafer sonrası seçim kaybetmek, Britanya halkının tercihlerinin farklılığını ortaya koyması bakımından önemli bir örnektir.

Üç yıl süren yardımlardan İskoçya da nasibini aldı. Ancak İskoçya’nın ekonomik göstergeleri on yıllar boyunca Birleşik Krallık’ın geneline kıyasla hep geride kalmıştır. 1970’de petrolün ve doğal gazın bulunmasıyla birlikte İskoçya’da geleneksel ekonomiden, atılım yapabilen güçlü bir ekonomiye geçiş süreci yaşanmıştır. Bu süre zarfında İskoçya siyaseti her geçen gün ağırlığını hissettirmiş, 1979’da ve 1998’de İskoçya’ya yetki devri meseleleri gündeme getirilmiş, 1999’dan sonra da bağımsızlık süreci yavaş yavaş örülmeye başlanmıştır.

İskoçya’nın geçirdiği ekonomik ve sosyal dönüşümden, siyasal yapı kadar İskoç milliyetçiliğinin de etkilendiği görülmektedir. Etnik milliyetçilik zamanla sivil milliyetçiliğe dönüşmüş, İskoç toplumu bu durumu özümsemiş, bağımsızlık yanlılarının sayısı bu şekilde artış göstermiştir. 2014 Bağımsızlık Referandumunda İskoç lider Alex Salmond tarafından sık sık tekrarlanmıştır.

İskoçya’nın şu an içinde bulunduğu süreçte yeniden bir bağımsızlık referandumu söz konusudur. İskoçya Hükümeti, 2016’da yapılan ve İskoçların ‘’hayır’’ oyu kullandığı BREXIT Referandumu sonrası bu kararı almıştır. Bağımsızlık referandumu 2019’da yapılmıştır.

İskoçya’nın Siyasi Yapısı​

1707’de ilan edilen Birleşik Krallık’ın içerisinde önemli bir yere sahip olan İskoçya, 1746’ya kadar Birleşik Krallık hükümetinde İskoçya Devlet Sekreteri tarafından temsil edilmiştir. Ancak 1746’da bu makamın kaldırılmasının ardından İskoçya, Hanedan Vekili tarafından temsil edilmiştir. 19. Yüzyılın milliyetçilik ateşinden İskoçya da etkilenmiş, Birleşik Krallık’a baskı artmıştır. Yüzyılın sonlarına doğru, 1885 yılında İskoçya Sekreterliği yeniden oluşturulmuştur. 1926’da yeniden yapılanmaya giden İskoçya Sekreterliği, dönemin şartları doğrultusunda, artan huzursuzluğa çare bulmak istemiştir. 1920’lerde yaşanan siyasi gelişmeler, İskoçya Ulusal Partisi SNP’nin kuruluşunda önemli bir basamak teşkil etmektedir. İskoçların örgütlenme ve birleşmeler yoluyla başlayan hareketlenmeler 1934’te SNP’nin kurulmasıyla taçlandırılmıştır.

1960’larda SNP’nin İskoçya’da oylarını artırmasıyla başlayan süreç, 1970’lerde yaşanan ekonomik sıkıntıların da etkisiyle İşçi Partisi iktidarında, yetki devri konusunun gündeme gelmesini sağlamıştır. 1978’de çıkan yasa ile 1 Mart 1979’da yetki devrini sağlayacak referandum yapılmıştır.[4] Referandum sonucunun olumsuz olması, İskoçya Parlamentosu’nun kurulumunu 20 yıl geciktirmiştir.

1998’de Birleşik Krallık Parlamentosu’nda hazırlanan yasa ile 1999’da yapılan referandum ile İskoçya ve Galler’de Parlamento oluşturulmuştur.[5] İskoçya Yasası’na göre İskoçya Parlamentosu 129 üyelidir. Üyelerin bir kısmı basit, bir kısmı da nispi çoğunluk sistemine göre seçilmektedir. Yürütmenin başında Birinci Bakan adı verilen yetkili bulunmaktadır. Yürütme organı da onun atadığı bakanlardan oluşmaktadır. Birinci Bakan’ın ataması ve onaylanması Kraliçe tarafından yapılmaktadır.

İskoçya siyasal hayatında, yapılan son seçimler olan 2016 yılı Parlamento Seçimlerine göre, beş parti etkilidir. Birleşik Krallık’ın üç büyük partisi: Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi ve Liberal Demokrat Parti. Kalan iki parti de İskoçya’da etkinliğe sahiptir. Bu partiler: İskoçya Ulusal Partisi ile İskoçya Yeşiller Partisi’dir. Bu makalede, makalemizin ana konusunu teşkil eden İskoçya Ulusal Partisi’ne ağırlık verilecektir.

İskoçya Ulusal Partisi (SNP)​

1934’te kurulan İskoçya Ulusal Partisi, birçok fraksiyondan meydana geldiği için, oldukça heterojen bir yapıya sahipti. Bu sebeple, SNP’nin ilk yılları, milliyetçiliği ve İskoçya’nın geleceğini temel alan politikaları üzerine kuruluydu. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsallaşmayı hızlandıran SNP, politikalarında da tek sesliliğe doğru bir gidişata yönelmiştir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hedefiyle adem-i merkeziyetçilik savunulan politikaların başında gelmiştir. Birleşik Krallık’ın iki partiyi ön plana çıkaran siyasi yapısı nedeniyle, İskoçya Ulusal Partisi’nin ön plana çıkamaması yerel yönetimlerin güçlendirilmesi fikrinin daha gür bir sesle savunulmasına zemin hazırlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşik Krallık halkı, ekonomik sorunları milliyetçilikten bir adım önde tutarak sosyal yaşamlarında gözle görülür bir iyileşme beklemişlerdir. Aynı durum ekonomik gelişmelerin beklentilerin altında kaldığı İskoçya’da da görülmüştür. 1960’larda başlayan bu tarihi süreç, İskoçya Ulusal Partisi’nin de yükselişini beraberinde getirmiştir. Parti politikalarında gözle görülür bir değişim ve partiye katılan yeni nesillerin de etkisiyle sola kayış başlamış; demokrasi, istihdam, işçi hakları, toplu konut desteği, asgari ücret, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi vb. konularda ortaya konan görüşler, İskoç halkında karşılık bulmuştur.[6] Muhafazakar Parti’nin 1960’larda başlayan düşüşü ve ona paralel olarak İşçi Partisi’nin yükselişi, SNP’nin politika değişikliğinde etkili olmuştur.

1966 Genel Seçimleri, İskoçya genelinde aldığı 128.474 oy ve %5 oy oranıyla SNP’nin rekor kırmasıyla sonuçlanmıştır. SNP’nin İskoçya’da yükselişi 1979 seçimlerine kadar kesintisiz sürmüştür. SNP’nin artık kırsal kesimin yanı sıra şehirlerden ve işçilerden oy almaya başlaması, yükselişin ve halk üzerindeki etkinin en temel göstergesidir. SNP’nin bu yükselişi çok geçmeden Birleşik Krallık siyasetini de etkilemiştir. Ekim 1974 seçimlerinde İskoçya’da %30 oy oranına ulaşan SNP, üçüncü sıradaki yerini sağlamlaştırırken, İşçi Partisi’ni de politika değişikliğine zorlamıştır. Bu tarihten sonra İşçi Partisi, yetki devrine sıcak bakmaya başlamış, dönemin İşçi Partili Birleşik Krallık Başbakanı James Callaghan, yetki devrine yönelik yasayı parlamentodan geçirmiştir.[7] Ancak yasanın kabul koşulu olarak sunulan, İskoçya’daki kayıtlı seçmenin en az yüzde kırkının ‘’Evet’’ oyu kullanması şartı, 1 Mart 1979’da yapılan referandumla sağlanamamıştır. Referanduma katılanların %33’ü ‘’Hayır’’, %31’i de ‘’Evet’’ oyu kullandı. Oylamaya katılmayan seçmenin oyunun hayır olarak kabul edildiği referandumdan yetki devri[8] çıkmamış oldu.

1979’da iktidara gelen Margaret Thatcher’ın politikaları İskoçya’yı yeni bir evreye sokmuştur. Birleşik Krallık’ın ilk kadın başbakanı olan Muhafazakar Parti lideri Thatcher, ülkesinde ve dünyada, yaptığı siyasetten ötürü ‘’Demir Leydi’’ olarak nitelendirilmiştir. Thatcher’ın katı ve birlik yanlısı politikaları, İskoçya’daki dönüşümü hızlandırmıştır. Thatcher döneminde İskoçya’da ekonomik ve teknolojik canlanma yaşanmasına karşın, Thatcher’ın en büyük düşman olarak gördüğü işçilerin yaşamında herhangi bir iyileşme sağlayacak politikalar üretememesi, Muhafazakâr Parti’nin David Cameron dönemine kadar İskoçya’da yaşadığı oy kaybının temellerinden birini oluşturmaktadır.

1990’da SNP’nin başına Alex Salmond[9] geçmiş ve partide yine birtakım değişiklikler gözlemlenmiştir. Bu değişikliklerin başında, biten Soğuk Savaş’ın ardından önem kazanan Avrupa Birliği ile SNP arasındaki buzların eritilmeye çalışılması gelmektedir. Bu dönemde, İşçi Partisi başta olmak üzere diğer siyasi partilerde de yetki devri konusunda olumlu yaklaşımlar güçlenmiştir. 1997’de iktidara gelen İşçi Partisi, yetki devri konusunda referandum yapılmasını sağlamış, referandum sonucunda yetki devri lehine karar çıkmasıyla birlikte 1999’da yetki devri gerçekleşmiştir.

1998’de İskoçya Parlamentosu’nun yetkileri bir yasa ile belirlenmiş, 1999’da İskoçya Parlamentosu kurulmuştur. Yetki devri, Birleşik Krallık’ın İskoçya üzerindeki denetimini belirli ölçüde azaltmakla beraber, otoriterisin koruduğu bir uzlaşma olmuştur. Yetki devri ile, İskoçya’ya sağlık, turizm, eğitim, ulaşım, adalet, sosyal hizmetler vb. alanlarda üstünlük verilmiştir. Dış politika, enerji, anayasa ve savunma gibi önemli alanlarda son söz Birleşik Krallık’ın olmuştur.

Yetki devri, İskoçya’da yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edildiğinde, bu yeni dönemin SNP’ye de çok şey kattığı seçimlerde gözlemlenmektedir. Yetki devrinden sonra yapılan seçimlerde SNP’nin oylarında meydana gelen artışlar, SNP’yi önce ana muhalefet partisi, sonra da iktidar partisi yapmıştır. Thatcher döneminden itibaren İskoçya’da itibar kaybeden Muhafazakâr Parti ise, 2016 seçimlerine kadar İskoçya’da 1992’deki seçimlerdeki bir puanlık artış dışında sürekli bir azalış eğilimi içerisine girmiştir. 2016 seçimlerinde ise, %20’nin biraz üzerinde oy alarak ana muhalefet partisi konumuna yükselmiştir. SNP’nin yükselişi, sol politikalardaki başarısı, zaman içerisinde İşçi Parti’sinin de İskoçya’daki iktidarını bitirmiş, son seçimlerde (2016) üçüncü sıraya kadar geriletmiştir.

2007’de İskoç Yeşil Partisi koalisyon yaparak azınlık hükümetini kuran SNP, böylece kuruluşundan bu yana en büyük başarısına ulaşmıştır. SNP, iktidara geldiği vakit, ilk olarak kalıcı olmayı, daha sonra da İskoçya’nın bağımsızlığına dair kamuoyundan yeterli desteği alabilmeyi amaçlamıştır. SNP, bu amaçla, diğer partilerle uzlaşma zorunluluğunu görmüştür. Ekonomi, eğitim ve dile öncelik tanınarak, halkın hassasiyetleri göz edilerek politikalar geliştirilmiştir. Milli bilincin uyandırılması için eğitim ve dil araç olarak kullanılmıştır. Gelişmiş Kuzey ülkelerinin İskoçya’ya özellikle ekonomide rol model olabileceği düşünülmüştür.

İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti de, bu dönemde söylem birliği geliştirerek, ‘’Britanyalı’’ kimliğini ön plana çıkarmıştır. Birleşik Krallık’ın gelişen ekonomisi siyasilerin her zaman kullandığı bir numaralı koz olmuştur. Ana akım siyasilerin ‘’Britanyalı’’ kozuna, SNP lideri Salmond’un ‘’sivil milliyetçilik’’ fikri ile cevap verilmiştir. Etnik milliyetçilikten farklı olarak sivil milliyetçilik, etnik kökten milliyetçiliği tanımlamak yerine, aynı toprak parçası üzerinde yaşayan ve ortak kurumlara bağlılık olarak tanımlanabilir.

Sivil milliyetçilik, siyasi arenada ve halk nezdinde kabul görmüş, SNP’nin oylarında zaman içerisinde artışa neden olmuştur. SNP’nin bu başarısı, İskoç halkının da sivil milliyetçi görüşü kabullenmesiyle paralel seyretmiştir. Halk nazarında İskoç olmak için en önemli şartın doğum yeri olduğu saptanmış, kimlik tanımı yaparken geniş kitlelerin ‘’İskoç’’ ifadesini kullanmaları bu durumu pekiştirmiştir. İskoçların, Britanyalı diğer etnik unsurlarla yakınlık bağları göz önüne alınarak, İskoçya hükümeti tarafından bağımsızlık sonrası çifte vatandaşlık önerilmiş, hatta kraliçenin ülkenin başı olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu tür kararlar, SNP’nin Birleşik Krallık’la bağları tamamen koparmayı hedeflemediğinin bir işareti olarak değerlendirilebilir. Ancak İskoç halkını bağımsızlığa ikna etmek için, Birleşik Krallık’ın Kuzey Denizi Petrollerini çıkarmak suretiyle İskoçya’yı yıllardan beri sömürdüğü algısı yaratılarak, olası bir bağımsızlığın ekonomiyi kötü etkilemeyeceği vurgulanmıştır.

2011 seçimleri İskoçya açısından tarihi sonuçlar doğurmuştur. İskoçya Ulusal Partisi, ilk kez tek başına hükümet kurma çoğunluğunu elde etmiş ve İskoçya’da ikinci dönem iktidarını başlatmıştır. %53 oy alarak, parlamentoda 69 sandalye elde eden SNP, ele geçirdiği bu güç ile merkezi yönetimi referanduma zorlamıştır. Dönemin Başbakanı David Cameron ile Ekim 2012’de anlaşmaya varılmış, 2014 yılında bağımsızlık referandumu yapılması konusunda mutabık kılınmıştır. Muhafazakarların lideri ve Başbakan Cameron’ın böyle bir karar almasında anketlerin lehine sonuç vermesi yatmaktadır. SNP lideri Alex Salmond, referandum için büyük bir kampanya başlatmıştır. .

İskoçya’nın Birinci Bağımsızlık Savaşı adı verilen savaşlar dizisinin son halkasını oluşturan ve 1314’te İskoçların zaferi ile sonuçlanan Bannockburn Savaşı’nın 700. Yıl dönümünde İskoçların bağımsızlık oylamasına gitmesi dikkat çekici bir olaydır. Bu yüzden İskoçya için Birleşik Krallık’ın ilanı olan 1707’den beri en önemli tarih olan 18 Eylül 2014 Bağımsızlık Referandumu, kampanya dönemi boyunca yoğun bir çekişmeye sahne olmuştur. Bağımsızlık yanlısı SNP’ye İskoç Yeşil Partisi dışında destek gelmezken, birlik yanlıları İskoçya İşçi Partisi, İskoçya Muhafazakâr Partisi ve İskoçya Liberal Demokratları da ‘’Better Together’’ sloganı ile aynı kulvarda mücadele etmiştir. 18 Eylül 2014’te yapılan referandum, %84.59’luk bir katılımla gerçekleşmiş ve birlik yanlıları %55.3 ile kazanarak, İskoçya’nın Birleşik Krallık’ta kalması yönünde bir karar çıkarmışlardır. Bağımsızlık yanlıları sadece üç bölgede ‘’Evet’’ oylarını %50’nin üzerine çıkartabilmiştir. Bu üç bölgeden biri de, İskoçya’nın en büyük şehri olan Glasgow’dur. Birleşik Krallık’a yakınlığı ile bilinen ve İskoçya’nın ikinci büyük şehri Edinburgh’da birlik yanlıları, %61 gibi çok yüksek bir oranla galip gelmiştir.

SNP’nin referandum için halka sunduğu ve daha çok sosyal politikalar ile ekonomik güvencelerin ağırlıklı olduğu ‘’White Paper’’ isimli 670 sayfalık kitap, İskoçya’nın bağımsızlığı sonrası yapılacak olan hemen her şeyin sıralandığı bir manifesto niteliği taşımaktadır.[10]

Referandum sonrası görevini yardımcısına bırakan Alex Salmond, birlik yanlısı liderlerin yetkilerin daha da genişletilmesi sözünü hatırlatması, İskoçya’da yeni dönemin habercisi olmuştur. SNP’nin başına geçen Nicola Sturgeon[11], İskoçya’nın daha geniş yetkilere sahip olması için çalışmalara başlamıştır. 2015’te yapılan seçimler hem İskoçya için hem de Birleşik Krallık için oldukça önemli bir dönüm noktası olmuştur. SNP, İskoçya üzerinde daha da güçlenerek merkezi yönetime, yerel yönetimin yetkilerinin artırılması baskısında bulunacaktır.

7 Mayıs 2015’te SNP lideri Sturgeon, ilk sınavını Birleşik Krallık Milletvekili Seçimlerinde vermiştir. İskoçya’daki oyların %50’sini almayı başaran SNP, bölgedeki 59 milletvekilinden 56’sını Avam Kamarası’na göndermeyi başarmıştır. Ülke genelinde birinci gelen Muhafazakar Parti olmuş, David Cameron ikinci dönemine başlamıştır. Yeni dönemde İskoçya’yı ve Birleşik Krallık’ı bekleyen iki önemli olay, siyasi arenaya taşınmıştır. 2016’da İskoçya Parlamentosu’nun seçimleri ve Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nde ayrılıp ayrılmama kararını belirleyecek olan BREXIT Referandumu yapılacaktır. SNP’nin 2016’daki seçimler için en büyük kozu, merkezi hükümetten koparmak istediği yetkilerdir. SNP, özellikle vergilendirme, asgari ücret ve ulusal sigorta konularında daha fazla yetki istemektedir. SNP’nin BREXIT konusundaki görüşü ise nettir. İskoçya Ulusal Partisi, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nde kalmasından yanadır. SNP yetkilileri, 2014’teki bağımsızlık referandumundan birlik yanlıların zaferle ayrılmasının en büyük nedeninin, olası bir bağımsızlık durumunda İskoçya’nın Avrupa Birliği dışında kalacağı endişesinin olduğunu ifade etmişlerdir. SNP lideri Sturgeon, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması durumunda, İskoçya için yeni bir bağımsızlık referandumunun gündeme gelmesinin mümkün olduğunu açıklaması, İskoçya’da ekonomik kaygıların ön planda olduğunun bir göstergesi olarak görülmelidir. Nitekim Mayıs 2015’teki seçimlerde SNP’nin İskoçya’daki oyların yarısını almasının en büyük sebebi, İskoç halkının, merkezi yönetimin kemer sıkma politikalarına karşı olmasıdır. Seçimlerden sonra bağımsızlıktan ziyade, ekonomik ve sosyal konulara ağırlık veren SNP’nin sosyal demokrat kimliğini koruduğu görülmektedir.

Mayıs 2016’da yapılan İskoçya Parlamento Seçimleri, SNP açısından kısmen başarılı geçmiş ve %48.8 oy oranıyla, 63 milletvekili çıkarmıştır. 2011’deki seçimlere nazaran oylarında %5, milletvekili sayısında da 6 sandalyelik bir kayıp söz konusu olmuştur. SNP, bu sonuçlarla birinci parti çıkmış ancak tek başına hükümet kurma çoğunluğunu yitirmiştir. Ülke genelinde ekonomik göstergelerin düzelmeye başlaması ve birlik yanlısı söylemler, İskoçya’da Muhafazakâr Parti oylarını %24’e kadar çıkarmıştır. Seçim sonuçlarının ardından 18 Mayıs 2016’da SNP lideri Sturgeon, İskoçya Liberal Demokratları tarafından dışarıdan desteklenen bir azınlık hükümeti kurmuştur.

23 Haziran 2016’da ise Birleşik Krallık’ta Avrupa Birliği’nden ayrılıp ayrılmamaya halkın iradesine sunan BREXIT Referandumu gerçekleşmiştir. Referandumun kampanya dönemi boyunca SNP, Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi ile birlikte, birlik yanlısı bir pozisyonda kalmayı savunmuştur. Anket sonuçlarının birbirine yakın olması, SNP tarafından devamlı olarak Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı alındığında, bir referandumun da İskoçya için yapılacağı konusunda uyarılar dile getirilmiştir. Kampanya dönemi boyunca İskoçya’da ağırlığını kullanan SNP, İskoç halkını ikna etmeyi başarmıştır. BREXIT sonucu Birleşik Krallık genelinde %51.9 ile ayrılma ile sonuçlanırken, İskoçya cephesinde birlik yanlıları %62 ile galip gelmiştir. Ancak Birleşik Krallık genelinde çıkan bu ayrılma kararı, İskoçya’yı da doğal olarak birlik dışına çıkaracak bir sonuç doğurmuştur. BREXIT sonucu, SNP’ye yeni bir bağımsızlık referandumu yapmak için yeterince büyük bir sebep teşkil etmiştir.

İskoçya Ulusal Partisi, BREXIT sonrası yaptığı açıklama ile Avrupa Birliği ile görüşmelere hemen başlayacaklarını, İskoçya’nın AB’de kalmasını arzuladıklarını belirtti. Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron’ın istifa edeceğini açıklamasının ardından Birleşik Krallık’ta siyasi krizin başladığını ancak İskoçya’nın istikrarlı bir yönetimine sahip olduğunu ifade eden SNP lideri Sturgeon, ülkesini İskoç halkının çıkarları doğrultusunda yöneteceğini söyledi. Tüm bu gelişmelerle birlikte, İskoçya için ikinci bir bağımsızlık referandumunun her zaman masada olduğu Londra’ya sürekli olarak hatırlatıldı.

13 Temmuz’da Birleşik Krallık Başbakanı olarak göreve başlayan Theresa May, BREXIT konusunda halkın kararına saygı duyulacağını ve AB’den ayrılacaklarını, yıl sonuna kadar ayrılık planının netleşeceğini söyledi. İskoçya Ulusal Partisi, İskoçya’nın çıkarlarını savunmak adına BREXIT müzakerelerinde daha fazla söz hakkı talebinde bulundu. Muhafazakâr Parti tarafından reddedilen bu talep, SNP’nin farklı bir yol çizmesine katkıda bulundu. Mart 2017’de Avrupa Birliği Antlaşması’nın 50. Maddesini devreye sokan Birleşik Krallık Hükümeti, iki yıl içerisinde AB’den ayrılacaklarını duyurdu. Aynı günlerde SNP lideri Sturgeon da 2018’in sonbaharında ikinci kez bağımsızlık referandumunun yapılmasının uygun olduğunu, bu süre zarfında da Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılık koşullarının netleşeceğini ifade etti.

50. maddenin yürürlüğe konmasının ardından hükümet içerisinde yeni tartışma başladı. Başbakan Theresa May’in de dâhil olduğu bir grup, Sert BREXIT[13] yanlısı bir tutum sergilerken, diğer grup da yumuşak bir geçişin Birleşik Krallık için daha faydalı olacağı kanısındaydı. Pek çok kez erken seçimin bir hata olduğunu, gerekli olmadığını savunan Theresa May, 18 Nisan 2017’de yaptığı açıklama ile daha güçlü bir hükümet ve siyasi oyunları bozmak için erken genel seçimin zorunlu olduğunu dile getirdi. İşaret ettiği 8 Haziran 2017’de seçimlerin yapılması için gerekli onay meclisten geçirildi. Anketlerin açık ara favorisi gösterilen Theresa May, daha güçlü bir halk desteği ile mecliste daha güçlü olmak için bu seçimi yapacaktı. SNP ise bu erken genel seçimi, Avam Kamarası’na daha çok vekil göndermek ve BREXIT görüşmelerinde daha fazla söz sahibi olmak için bir fırsat olarak görüyordu. Hatta SNP, İşçi Partisi ile bir koalisyona dahi sıcak bakıyor ancak İşçi Partisi, SNP’yi sağ pozisyonda gördüğü için koalisyona yanaşmadı.

8 Haziran 2017 Genel Seçimleri, Birleşik Krallık için daha güçlü bir hükümet kurmak bir yana, Muhafazakârlara tek başına hükümet kurma yetkisi dahi vermiyordu. İktidar partisi oylarını %5.5 artırmasına karşın, İşçi Partisi’nin sürpriz %10’luk yükselişi her şeyi değiştirmiş oldu. Seçim ilanına kadar anketlerde İşçi Partisi ile arasına %20’lik bir fark koyan Muhafazakâr Parti, sonuçlardan ise istediğini alamadı. Seçimlerde bir şok da İskoçya Ulusal Partisi yaşadı. İki yıl önce Britanya siyasetinde belli bir ağırlığa ulaşan SNP, 21 sandalye kaybederek Avam Kamarası’nda 35 sandalye ile temsil edilmiştir. SNP, bu düşüşle birlikte seçimlerden sonra yaptığı açıklamalar ile referandum kararında acele etmeyeceklerini, konunun şimdilik askıda olduğunu açıklamıştır.

Birleşik Krallık’ta yapılan erken genel seçimler sonrası, Theresa May’in hükümeti kurmasına rağmen, tek başına hükümet kurma çoğunluğunu yitirdiği ve parti içerisinde otoritesini kaybetmeye başladığı için siyasi krizin tam olarak çözülemediği görülmektedir. Böylesine bir ortamda yapılacak BREXIT görüşmelerinde Birleşik Krallık yeni sıkıntılarla karşılaşabilecektir. SNP ise, AB ile yapılacak görüşmeler sonrasında belirlenecek şartlara göre İskoçların kendi kaderini çizmesi gerektiği görüşünü savunmaya devam etmektedir.

İskoçya’nın Avrupa Birliği ile İlişkisi​

2014’te yapılan bağımsızlık referandumunda, olası bir bağımsızlık sonucunda İskoçya’nın Avrupa Birliği ile olan ilişkisinin nasıl olacağı epey tartışılmıştı. Referandum sonucunun olumsuz olması, bu tartışmaları da rafa kaldırmıştı. Ancak 2016’da yapılan BREXIT Referandumu, İskoçya için Avrupa Birliği’nin önemini bir kez daha ortaya koydu. İskoç halkının %65’i Avrupa Birliği’nde kalmak isteyince, merkezi hükümetle İskoçya Hükümeti arasında gerilimli bir dönem de başlamış oldu.

Avrupa Birliği’nde kalmak uğruna uzun bir süre sonra yapılması beklenen bağımsızlık referandumunu öne alma kararı alan İskoçya Hükümeti, 2019’da referandum yapmaya hazırlanıyor. Merkezi hükümetin erken genel seçimlerle birlikte eli zayıflayınca, imtiyazlı ortaklık veya yumuşak çıkış diye nitelendirilen bir süreç başladı Avrupa Birliği ile. Merkezi hükümet, AB’den imtiyazlı ortaklığı koparabilirse İskoçya’nın bağımsızlık referandumuna gitmesini doğru bulmuyor.

İskoçya’nın yakın gelecekteki en büyük problemlerinden birini oluşturan AB meselesi, bağımsızlık kararı alınsa da alınmasa da gündemden düşeceğe benzemiyor.

İskoçya’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı​

Birleşik Krallık’ın kuzeyinde yer alan bir anakara olan İskoçya, yaklaşık olarak 780 adadan oluşmaktadır. En büyük şehirleri 590.507 nüfuslu Glasgow ile 459.366 nüfuslu Edinburgh’dur. 2011 verilerine göre halkın %53.8’i Hristiyan inancına sahip, %32.4’ü İskoçya Kilisesine mensuptur. Hiçbir dine mensup olmayanların oranı ise %43.6 olarak tespit edilmiştir.

İskoçya’da nüfusun tamamına yakını İngilizce konuşmaktadır. İngilizce dışında, İskoçca ve İskoç Germencesi de konuşulan diller arasındadır. İskoçca’yı nüfusun %30’u konuşabilmekte ancak İskoç Germencesini nüfusun yalnızca %1’i konuşabilmektedir.[13] İskoçca konuşan nüfusun artmasını isteyen yerel hükümet, dil eğitimi için kurslar açmakta, dil eğitimine önem vermektedir.

İskoçya’nın Demografisi​

Birleşik Krallık içerisinde 77.933 kilometrekare yüzölçümü ile ülke topraklarının yaklaşık olarak üçte birini oluşturmaktadır. Bulunduğu konum itibariyle tarih boyunca pek çok işgale maruz kalan İskoçya’nın nüfusu buna rağmen her dönem düşük kalmıştır. Birleşik Krallık’ın kurulduğu yıl olan 1707’de 1.000.000 olan nüfusları, sanayi devrimlerinin etkisiyle sonraki iki yüzyılda dört buçuk kat artmasına rağmen, 5.006.700 kişiye ulaştığı 1939’dan beri nüfus 5.5 milyonun altındadır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğum oranlarının artmasına rağmen nüfusun pek az artış gösterdiği görülmektedir. Bunun başlıca sebebi, yurtdışına yapılan göçlerdir. Son iki yüzyılda, iki milyon İskoç’un Kuzey Amerika ve Avustralya’ya, 750 bin İskoç’un da İngiltere’ye göç ettiği bilinmektedir.

2016 yılı resmi verilerine göre İskoçya’nın nüfusu 5.404.000 kişidir. Ölüm oranları doğum oranlarının üzerindeyse de, dışarıdan aldığı göç, İskoçya nüfusunu artırıcı bir etki yapmaktadır. 2011 verilerine göre, İskoçya nüfusunu oluşturan 5.295.403 kişinin %83.3’ü İskoçya’da doğmuştur. Yabancı nüfus ikiye ayrıldığında, AB ülkelerinden İskoçya nüfusuna kayıtlı 137.285 kişi, diğer BM üyelerinden kayıtlı nüfus da 209.760 kişidir.

Avrupa’nın genelinde ciddi boyutlara ulaşan genç nüfus azlığı, İskoçya’da da kendini göstermektedir. 2011’de açıklanan verilere göre, 65 yaş ve üzeri nüfus ilk kez, 15 yaş ve altı nüfusun üzerinde çıkmıştır.[15] Pek çok Avrupa ülkesine kıyasla bu sorunla yeni yüzleşmeye başlayan İskoçya, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerden 300 binin üzerinde bir nüfus barındırmaktadır. Bu yolla nüfusun tazelenmesi mümkündür ancak İskoç halkında Avrupa’da olduğu gibi göçmen karşıtlığı ve İslamafobi yaygındır. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden 2019 yılında ayrılacak olması, İskoçya’yı da doğrudan etkileyecektir. İskoçya’daki AB vatandaşlarının durumu, aynı İngiltere’de olduğu gibi belirsizliğini korumaktadır. İskoçya Hükümeti, ülkesini Avrupa Birliği’nde tutarak, AB vatandaşlarını İskoçya’da tutma stratejisini izlemektedir.

İskoçya Ekonomisi​

Birleşik Krallık’ı oluşturan ülkeler arasında en büyük ikinci ekonomi olarak ön plana çıkan İskoçya, 1970’de Kuzey Denizi’nde petrol ve doğalgaz bulunana kadar, sanayisini tamamlamış ancak yıllar içerisinde üretimi zayıflayan ve çalışmak için yurtdışına göçlerin yaşandığı bir ülkeye dönüşmüştür. İskoçya’daki gemi inşa tesisleri ve balıkçılık da İskoç ekonomisinin demirbaşlarını oluşturmaktadır. İskoçya ayrıca, dünyanın bir numaralı viski üreticisi konumundadır.

İskoçya’nın geleneksel sanayisini oluşturan dokumacılık, ekonomide önemli bir yere sahiptir. Dünyaca ünlü İskoç etekleri, kazakları ve eldivenleri ülkenin en önemli değerlerinden biridir.

1970’de bulunan petrol ve doğalgaz İskoçya karasularında yer almasına karşın, Birleşik Krallık’a bağlı bir ülke olduğu için, petrol ve doğalgaz kaynaklarından ilk zamanlar yeterince yararlanılamadığı düşünülmektedir. Petrolün ve doğalgazın bulunmasıyla, zaman içerisinde İskoçya, Avrupa Birliği’nin toplam petrol ve doğalgaz rezervlerinin %80’inine sahip olmuştur. İskoçya ayrıca, Avrupa Birliği’nin yenilebilir enerji kaynaklarının da %20’sine sahiptir. İskoçya ekonomisinin hızla ön plana çıkması, beraberinde yetki devri tartışmalarını da başlatmıştır. Tüm bu ekonomik gelişmeler, İskoçya’da yetki devri ve sonrasında dile gelen bağımsızlık tartışmalarının odak noktasını milliyetçilikten çok, ekonomik kaynaklar oluşturmaktadır. Bağımsızlığa karşı olanların temel dayanağı da yine ekonomik sebeplerdir. Bağımsızlık karşıtları, rezervlerin azaldığını ve yüksek bütçe açığı veren ülkenin bunun altından kalkamayacağı görüşünde.

İskoç hükümetinin 2011-2012 raporuna göre, İskoçya’nın söz konusu yıllarda Birleşik Krallık’ın bütçesinin %9.9’u oranında katkı yaptığı ifade edilirken, Birleşik Krallık hükümetinin merkez bütçeden İskoçya’ya %9.3 oranında kaynak ayırdığı belirtilmiştir. İskoçya hükümeti, İskoç halkının bu gelirden eşit şekilde yararlanmadığını iddia etmekte ve 2020’de İskoçya’nın elektriğinin tamamının yenilebilir enerji kaynaklarından sağlanacağını belirtmektedir. Tüm bu argümanlar, bağımsız İskoçya’nın eskisinden çok daha güçlü bir ülke olacağına dayanak olarak gösterilmektedir.

Ancak son yıllarda düşen petrol fiyatları, düşük büyüme verileri ve yüksek bütçe açığı İskoçya’yı zorlamaktadır. En büyük gelir kalemi olan petrolün varil fiyatındaki düşüklük, İskoçya’da yüksek bütçe açığına sebep olmaktadır. İskoçya’nın 2015-2016 döneminde toplam vergi gelirinden yaklaşık 14.8 milyar Sterlin fazlasını harcadığı görülmektedir.

İskoç Milliyetçiliği​

Tudor hanedanının son temsilcisi olan ve 1603’te öldüğünde İngiltere’yi vârissiz bırakan Kraliçe I. Elizabeth sonrası tahta yeni bir hükümdar aranmıştır. İngiltere’nin ileri gelen yöneticileri, İskoçya Kralı VI. James’in İngiltere kralı olmasında karar kıldı. VI. James, İngiltere’de I. James adıyla taç giymiştir. Tek bir hükümdarın yönetmeye başladığı iki devlet, 1707’de İngilizlerin teklifi üzerine taçların birleşmesi sağlanmış ve Büyük Britanya Birleşik Krallığı veya daha kısa ve yaygın ismiyle Birleşik Krallık kurulmuştur.

Birleşik Krallık’ın ilanı sonrası, o güne kadar varlığını sürdüren İskoçya Parlamentosu da feshedilmiş oldu. İskoçya’nın bağımsızlık mücadelesi o günden bugüne silahlı bir çatışmaya dönüşmeden, siyasal sistemde süregelmiştir.

1934 yılında kurulan İskoçya Ulusal Partisi, İskoç milliyetçiliğinin siyasal dışavurumunu temsil etmektedir. Ancak kuruluşunda birçok farklı fraksiyonu içerisinde barındıran parti, zamanla sosyal demokrat bir çizgiye doğru kaymış, ekonomik ve sosyal politikalara daha fazla eğilmiş, durduğu siyasi çizgi itibariyle yakın olduğu İşçi Partisi’nin politik zayıflayışını özellikle İskoçya’da fırsata çevirmiş ve 1960’larda başlayan yükselişini 1970’lerde hızla daha yukarı taşımıştır.

1970’de Kuzey Denizi’nde bulunan petrol ve doğalgaz sonrası İskoçya’da yetki devri veya kısmi özerklik şeklinde tanımlayabileceğimiz ‘’devolution’’ isteği hızla popüler olmuş, kısmi özerklik 1979’daki referanduma kadar taşınabilmiştir. İskoç milliyetçiliğinin, İskoçya Ulusal Partisi’nin yükselmeye başladığı dönemlerde bir dönüşüm sürecinden geçtiği söylenebilir. Çünkü İskoçya’da ekonomik sıkıntıların artmaya başladığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden ve 1970’lerde petrol ve doğalgazın çıkarılmasıyla birlikte halkın ekonomik taleplerine cevap verebilmek için politika değişikliğine giden SNP, bunun meyvelerini oy olarak toplamış, İskoç milliyetçiliğinin kültürel tabandan ekonomik tabana oturduğunu gözlemlemiştir. O yıllardan beri İskoçya’nın arzuladığı yetki devrinde ve sonrasında elde edilecek bağımsızlıkta ekonomik politikalar ve kaygılar hep ön sırada yer almıştır. Dil, kültür, eğitim ve tarihi sebepler daha az önem arz etmiştir.

11 yıllık (1979-90) Margaret Thatcher döneminin sona ermesi ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte hızla liberalleşen ve farklı bir yapıya doğru ilerleyen Avrupa Birliği’nin siyasi bütünleşme süreceğine girdiği bir ortamdan etkilenen Birleşik Krallık siyaseti, İskoçya’ya karşı daha diyalog yanlısı yanaşmıştır. Özellikle, iktidarının sonunu getiren 1979 Referandumuna rağmen İşçi Partisi, yetki devri meselesini parti programına almış ve iktidara geldiğinde yeni bir referandumun ışığını yakmıştı. Yapılan referandum sonrası bu kez yetki devrine onay çıkmış, 1998’de çıkarılan İskoçya Yasası ile İskoçya Parlamentosunun kurulması kararı alınmış ve 12 Mayıs 1999’da kurulmuştur.

Yetki devri meselesini tamamlayan İskoçya’nın uzun vadeli hedefi SNP tarafından bağımsızlık olarak gösterilmiştir. İskoç milliyetçiliğinin kabuk değiştirdiği yıllardan beri ekonomik politikalar üzerine eğilen SNP, aynı stratejiyi 2014’teki bağımsızlık referandumunda da kullanmıştır. Bağımsızlık referandumuna giden süreçte oylarını hızla artıran SNP, 2007’de azınlık hükümeti, 2011’de de tek başına hükümet kurmuştur.

İskoçya siyasetinin önemli figürlerinden biri olan Alex Salmond liderliğinde bağımsızlık referandumuna hazırlanan SNP’nin İskoç milliyetçiliğinin dönüşümünü özetleyen politikaları referandum sonucuna etki etmiştir. SNP lideri Alex Salmond, İskoç milliyetçiliğinin etnik değil sivil bir milliyetçilik olduğunu ifade etmiş, aynı toprak parçası üzerinde yaşayan ve ortak kurumlara bağlı olan herkesin İskoç kabul edileceğini belirtmiştir. İskoç milliyetçiliğindeki bu dönüşüm, İskoç halkının öncelikleri doğrultusunda geliştiği için halktan asla bağımsız değildir.

2017 yılında başlatılan BREXIT süreci[15] ile İskoçya’nın bağımsızlığı daha büyük bir önem kazanmıştır. Hali hazırda Birleşik Krallık’a bağlı olan İskoçya’nın, 2019’da Avrupa Birliği dışında kalacak olması İskoçya’da öncelikle ekonominin geleceğini düşündürmektedir. İskoçya Ulusal Partisi, Birleşik Krallık’tan ayrılmayı planlarken dahi Avrupa Birliği’nde kalma taraftarıdır. Avrupa Birliği’ne giren üye devletlerin, bazı siyasi ve ekonomik yetkilerinin kısıtlanması ve denetlenmesi veya bir devletin AB üzerinde hegemonya kurması devletlerin tam bağımsızlığını zedelemektedir. Buna karşın İskoçya, ekonomisinin sağlam kalabilmesini AB ile birlikte çalışmakta görmektedir. Bu durumda temel kaygının tam bağımsızlık elde etmekten çok bağımsız ama ekonomide Avrupa Birliği ile ortak bir İskoçya olduğu iddia edilebilir. Yine bu durumdan hareketle İskoçya’daki milliyetçiliğin dönüşümünün bu durum üzerinde de etkili olduğu söylenebilir.

Sonuç​

Orta Çağ’da kurulan krallıklardan biri olan İskoçya, bağımsızlığını yüzlerce yıl muhafaza etmiş, daha sonrasında da İngiltere ile bağımsızlığını korumak için birçok kez savaşmıştır. 1603 yılında İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in ölümünden sonra yerine bırakacağı bir varisi olmadığı için İskoçya Kralı VI. James, İngiltere tahtına da Kral I. James olarak geçmiştir. İki kraliyet arasında başlayan bu yakınlık, 1707’de iki tahtı birleşmeye götürmüştür. Kraliçe Anne de Birleşik Krallık Kraliçesi olarak taç giymiştir.

İskoçya’nın Birleşik Krallık’a katılmasıyla yeni bir sürece giren İskoçlar, hiçbir zaman Birleşik Krallık’tan ayrılmak için silahlı bir çatışma içerisinde bulunmamıştır. İskoçlar her zaman onurlu bir birliktelikten yana olmuş ve İskoçya’nın geleceğini Birleşik Krallık’ın geleceğinde görmüştür. Bununla birlikte İskoçlar, değişen uluslararası koşulların da etkisiyle, geçtiğimiz elli yıl içerisinde önce yetki devri, ardından da bağımsızlık taleplerini dile getirmişlerdir.

İskoçların, Birleşik Krallık’tan ayrılmak istemesinin ardından pek çok sebep vardır. 1970’de petrolün ve doğalgazın bulunması, aynı dönemde İskoçya Ulusal Partisi’nin yükselişe geçmesi İskoçya’da az önce değindiğimiz süreci başlatmıştır. Sosyal ve ekonomik beklentilerin İskoçya’da oldukça önemli görülmesi, esasen Batı Avrupa’nın genelinde görülen bir durumdur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra milliyetçilik ve aşırı sağ ideolojiler yerine sosyal ve ekonomik yaşamı güçlendirmeye yönelik fikirler yükselişe geçmiştir. Tüm bunlar İskoçya’da da etkisini göstermiş, milliyetçilik dönüşüm geçirmiştir. Kurulduğu ilk yıllarda birçok fraksiyonu içinde barındıran İskoçya Ulusal Partisi de zamanla sol görüşte kendini konumlandırmış, İskoç toplumu tarafından benimsenmiştir.

İskoçya’da yaşanan ekonomik ve sosyal değişimlere, milliyetçiliğin dönüşümüne rağmen 2014’te yapılan bağımsızlık referandumundan yüksek oranda (%65) ‘’hayır’’ sonucu çıkmıştır. Referandumdan bağımsızlık kararının çıkmamasında Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği üyesi olması, 2008’deki küresel krizden hızlı bir toparlanma yaşayarak güçlü ekonomisini korumayı başarması oldukça etkili olmuştur. İskoçya’nın petrol ve doğal gaz rezervlerindeki azalma da İskoç halkını gelecek adına endişelendirmeye başlamıştır. Ancak 2016’da yapılan ve Birleşik Krallık’ın kaderini değiştiren BREXIT Referandumu, İskoçya’nın da kaderini değiştirmiştir. İskoçya’daki referandum sonuçları AB’de kalmaya yönelik olmasına karşın Birleşik Krallık’ın genelinde çıkma eğilimi görüldüğü için İskoçya da AB’den ayrılmak durumunda kalacaktır. Bu sebeple İskoçya hükümeti, 2019’da bir referandum yapmayı ve bağımsız olmayı amaçlamaktadır.

Makalede işlenen konularda, evvela İskoçya’nın tarihi, siyasi, sosyal ve ekonomik yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Ardından da İskoç Milliyetçiliği geniş bir biçimde ele alınmıştır. İskoç milliyetçiliğinin kontrol sahibi İskoç Ulusal Partisi de makalede detaylıca incelenmiştir. Bu incelemelerde, İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmak istemesinin siyasi ve sosyal nedenleri ortaya konmuştur.

Makalede varılan sonuca göre, etnik temelden sıyrılan ve sivil milliyetçiliğe dönüşen İskoç milliyetçiliğinin ve ekonomik kaygıların 2019’da yapılması planlanan referanduma etkisi yüksek olacaktır. Avrupa Birliği’nden kopmak istemeyen İskoçya hükümetinin bu referandumdan istediği sonucu alma olasılığı daha yüksek gözüküyor. 2019’da tam bağımsız bir İskoçya Cumhuriyeti’ni uluslararası arenada görebiliriz.
 
<< Bizi Takip Edin

Forum istatistikleri

Konular
3,848
Mesajlar
4,521
Üyeler
427
Son Üye
RosalinaCa

Kaynak istatistikleri

Kategoriler
26
Kaynaklar
1,605
İndirilme
38,413
Disk kullanımı
972.4 GB
Geri
Yukarı Alt
Community platform by XenForo® © 2010-2024 XenForo Ltd.1